
![]() |
Jeffrey Hou |
Bu yazıda hem son haftalarda tezle ilgili
yaptıklarımı ve yaşadığım gelişmeleri kısaca anlatacağım, hem de dün Jeff’le yaptığım
görüşmenin düşündürdüklerine değineceğim – kendimi ve hocaları da eleştirmekten
geri durmayarak. Önce Jeff’ten söz edeyim; Jeffrey Hou, SKuOR’un 2013 yılındaki
misafir hocasıydı. Bu dönem SKuOR’da üç tane teachnig block (öğretme haftası)
gerçekleşti. İlki Ekimdeydi… Ben de o blokta tezimle ilgili bir sunum yaptım.
Kendimi çok da iyi ifade edemedim belki ya da Haziran direnişinin fazlasıyla
etkisinde duygusal bir yaklaşımım vardı, bilemiyorum. Ama orada bir
anlaşılamama sorunu ile karşılaştım. Engel 1: Senin bağlamında, senin ülken
için (ya da senin için) çok değerli olan bir konu, uluslararası arenada pek bir
anlam ifade etmeyebilir; bu, izleyicinin ilgi alanı ve senin sunma biçiminle de
yakından ilişkili. Böylece Jeff’in seminer dersinin hocası olarak yürüttüğü o ilk
görüşmemizde, bir dil sorunu olduğunu hissettim. Daha çok soyut, kuramsal
meselelerden bahsediyordum o sunumda, çünkü bloğun başlığı ‘kavramlar’dı. Ancak
beklediğim zengin geri bildirimi
alamadım. Jeff’in tek söylediği: “Git ve insanlarla konuş” oldu. Gerçi bu pratik ve kısa öneri oldukça kıymetliydi. Tek sorun bunu yapmam gerektiğini bilsem de, nasıl yapacağımı bilemiyordum :)
![]() |
Rob Shields |
Daha sonra Rob’la
yaptığım esinleyici ve derin görüşmenin ardından, Aralık’ta Ankara’ya gittim. Farklı
ilçelerde yaşayan ve park kullanım kalıpları birbirinden ayrışan insanlarla yedi
görüşme yaptım. Anneciğim, o soğuklarda beni parklara gitmekten kurtarıcı bir fikir
ortaya atarak, farklı semtlerde oturan okul çalışanlarıyla görüştürdü beni. Hepsine
ayrı teşekkür ediyorum. Onlara, bir yandan sohbet ederken – Rob’un da önerdiği
gibi – parklara dair haritalar çizdirdim. En keyifli kısımlardan biri de buydu.
Keçiören Belediyesi’ne gidip de parklar ve bahçeler müdürlüğünün sadece börtü
böcek işleri ile ilgilendiğini ve bana bilgi vermekten sıkı sıkıya
kaçındıklarını görünce biraz şaşkınlık yaşadım. Yine de bu küçük ön alan
çalışması bayağı ufuk açıcı oldu; bana çok güzel fikirler verdi. Bu arada
buraya dönmeden tez komitemden sosyolojide olan bir hocayla görüşme şansım
oldu. Saolsun o görüşmede Helga Hoca’nın önerdiği bir karşıtlık çok hoşuma gitti. Onu da
ekledim. Artık tezim, "mekanı toplumsal olarak köklerden, kendiliğinden sahiplenme" karşısında, "yeni kamular yaratmak için
kamusal mekanın iktidar tarafından kullanılması" gibi iki ayrı "yere aidiyet
biçimi"yle tanımlı hale geldi. Offf hala çok karmaşık ve soyut, farkındayım J Ama bunu halledeceğim yakın zamanda ;)
Viyana’ya
dönünce de ocak sonundaki son öğrenme bloğundaki poster sunumu için çalışmaya
başladım. Ve sonuç: Bize üç günlük sempozyumda reva görülen yalnızca 3’er
dakikalık sunumlar ve nedenini bir türlü anlayamadığım 2’şerli 3’erli yapılan
poster sunumları... Tabii bu poster sunumu ve bir teslim hissi olduğu için de
çalışmak istediğim düzende çalışamadım; asıl çalışma düzenimi bir miktar daha
ertelemiş oldum. Kaybedilmiş bir ay daha mı? Bilemiyorum. Tezini 3 dakikada
sunmak ciddi bir meydan okuma ve çok faydalı ancak geri bildirim almak için hiç
ideal bir ortam oluşmadı. Bu da çok can sıkıcı tabii. Karşında kamusal mekan
üzerine yıllarca çalışmış hocalar var – siyasi olarak duruşlarını benimsesen de
benimsemesen de, ancak onlar da seni yarım kulakla dinliyor. Arada dil engeli
var; heyecanlanıyorsun. Her şeyi anlatamıyorsun. Ee adamlar hatunlar sıkılmış. Sonuç:
En genel şeylerden söz edilip geçildi. Sadece 1-1,5 saatimiz vardı, 3 grup
için.
Ben de neyse ki
Jeff’le son bir görüşme talep etmiştim. İlk şokumu “ben senin gönderdiğin metne
göz atamadım; bana bir anlatabilir misin?”, demesiyle yaşadım. “İyi de daha iki
gün önce, senin de olduğun bir topluluğa tezimle ilgili bir sunum yapmadım mı? Hadi
gönderdiğim üç sayfayı okumadın, bari iyi dinleyeydin!” diyemedim. Demek ki
beni yarım kulak dinlemişti ya da tekrar duymak istiyordu. Unutmuştu;
karıştırmak istemiyordu. Buradan –önceden bahsettiğim dil sorununun ötesindeki–
ilk soruna değinebiliriz: Bizler, genç akademisyenler olarak, bizden tecrübeli
olanların önerilerine ve yardımlarına hatta yer yer onaylarına ihtiyaç duyarız.
Ancak ne yazık ki, onların bizim için ilgileri az, vakitleri de genelde dardır.
Bu durumun Türkiye’ye has olduğunu düşünmüştüm; ancak Avrupa’da da durum farklı
değil anlaşılan. Ya da benim çalışmam yeterince ilginç ve açık değil; onu daha
rafine hale getirmek için daha çok çalışmalıyım, diye düşünüyorum. Sen
ilgilerini çekecek biçimde derinleştirmedikçe bu deneyimli akademisyenler çok
da ilgilenmiyorlar çalışmanla. Belki de haklılar. Zamanları çok kıymetli. Ama onu derinleştirmek için de tartışmaya ve bu
insanların önerilerine ihtiyacın oluyor. Buyur çık işin içinden…
İkinci şok da bir
önceki görüşmemizde söylediğinin tam tersini söylemesiyle gerçekleşti: "Nasıl bir
teorik çerçeve kullanacaksın?" Şok kelimesini kullanarak aslında biraz durumu
abartıyorum; bu, biz doktora öğrencilerinin alışık olduğu bir haldir. Hocalar,
izleme jürilerinde seni bir oraya bir buraya savurur durur. Bir önceki
görüşmede yapma dedikleri şeyi göremeyince, neden yapmadın diye de
sorabilirler. Ancak doktora tezi yazmanın ve izlemenin doğasının böyle olduğu
da söylenir; tabii bu, bir sorun olarak bize ıstırap veren bir durumdur. Yine
de Jeff’in yönelttiği bu soru kıymetli bir soruydu; soyut kavramlarla,
yapacağım araştırmayı nasıl ilişkilendirebileceğimi bu çerçevede konuşabildik. Önerileri
genelde yüzeysel ve benim daha önce düşündüğüm şeyler olsa da, yazın taraması
nasıl yapılır konusunda beni biraz aydınlattı. Sonraki blog yazılarında yazın
taraması-tez ilişkisini daha detaylı irdelemeyi hedefliyorum. Yaptığımız
görüşmenin sonucunda “place attachment / yere bağlanma” kavramının benim temel
damarımı oluşturduğunu düşündüğünü ifade etti. Buradan da “senden tecrübeli
akademisyenlerden rehberlik alırken karşılaştığın” üçüncü soruna geçebiliriz: Her
hoca çalışmanı kendi alanına çekmeye çalışır. “Kesinlikle bunu çalışmalısın, bu
çok ilginç!” diyerek; ya da “Senin söylediklerinden anladığım kadarıyla, ana
sorun şununla ilgili,” diyerek. Sen başta zorla ya da gerçekten ilginç
bulduğundan oraya çekilebiliyorsun; ama bir an geliyor "yok ya, ben bunu
istemiyorum" da diyebiliyorsun. "Haydaaa hoca beni yanlış anlamış.. tüh tüh…" O halde
senin kendi yolunu –sorunsalını, kuramsal çerçeveni ve metodolojini– bulman
gerekiyor.
Peki ne yapmalı?
Şu an aklımda iki şey var: İlki, sonraki yazıda ele alacağım sistem ve
alışkanlık meselesi… Diğeri de – yine Rob’un önerdiği – bir tez yazma klubü
oluşturma fikri. Burada da gözlemlediğim şey, Türkiye’den farklı değil. Çoğu doktora
öğrencisi tez yazarken danışmanlarıyla ciddi sorunlar yaşadıklarından, gerçek
bir usta-çırak ilişkisi yaşamıyor; tam bir danışmanlık alamıyorlar. Yolu bulma konusunda
çeşitli nedenlerden yalnız kalıyorlar. Ben yüksek lisansta çok acı çektiğimden,
doktoramı tamamıyla istediğim bir hocayla yazma konusunda ciddi bir mücadele
verdim. Ve şimdi gerçekten çalışmaktan keyif aldığım bir hocayla çalışıyorum. Şu
an bunları yazabiliyor, bu süreçlere böylesi eleştirel bakabiliyorsam ve bir
gün tezimi bitirebilirsem bunda tez danışmanımın gerçekten büyük katkısı var. Rob’un
fikrine geri dönecek olursak: Birkaç arkadaşınla bir araya gelin, bütün günü
çalışmaya ve yazmaya ayırın mesela.. ya da bazı kereler çalışmanızı tartışın,
okuduklarınızı konuşun, diye kabaca tarifleyeceğim bir şey önerdi. Ben de
yakında bu hayalimi gerçekleştirmeye karar verdim ve bir tez çalışma grubu oluşturmak için
ilk adımları attım. Gelişmelerden elbette haberdar edeceğim sizleri; bu
deneysel çalışmayı birlikte göreceğiz.
Son olarak… Jeff’e
ayrılırken teşekkür ettim ve şöyle söyledim: "Gerçekten alabildiğim her
geribildirim benim için çok değerli, çünkü akademik çalışma, karanlık bir tünele
girmek gibi". [Allam tez yazmaya ilişkin bulduğum benzetmelerde gösterdiğim
kabiliyeti umarım tez yazarken de gösterebilirim J ] O da araya giren başka cümlelerin ardından şunu söyledi: "O tünelden çıktığında ancak kavrayabiliyorsun akademik çalışmanın ne olduğunu". Harika!…
Ne diyim. Bakalım ışığı görebilecek miyiz? J Sevgiyle tekrar görüşene kadar tez yazanlara kolaylıklar ve iyi çalışmalar diliyorum…
25.01.2014
/ Cumartesi // 18:13-19:29
Viyana / Döbling
NOT: Jeff' yaptığı katkılardan ve bana düşündürdüklerinden ötürü yürekten teşekkür ederken, ODTÜ'ye teslim etmek üzere doldurmasını istediğim forma yazdıklarını da tez yazma sürecinin parçası olduğu için burada paylaşmak istiyorum:
"Yasemin has developed a very interesting framework comparing users' attachment and relationship to different types of parks. The result is likely to contribute significantly to our understanding of place attachment. She needs to further work on refirement of research methods & intruments. But the overall project is promising."
[1]
Tez danışmanım Ali Cengizkan Hocam,
Housing & Discourse dersinin iki döneminde bunu bir miktar başarıyor. Mustafa
Kemal Bayırbağ hocam da gördüğüm başka bir istisna; açtığı derslerde makale
nasıl yazılır üzerine bir ya da birkaç saat muhakkak ayırıyor.